DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Sudan’da Demokratik Dönüşüm İçin Halk 4 Yıldır Sokakta*

Sudan halkı, gerçek adaleti sağlayacak, zor kazanılmış özgürlüklerini koruyacak ve sürdürecek, kalıcı barış ve istikrarı inşa edecek, tam teşekküllü demokratik yönetimin ve sivil yönetimin önünü açacak anayasal düzenlemelere sahip bir siyasi sistem talep ediyor.

Aralık 2018’de, başkent Hartum da dahil olmak üzere Sudan’da yolsuzluk, işsizlik ve yoksulluğa karşı yaygın protestolar patlak verdi ve protestoları şiddetle bastıran Sudan güvenlik güçleri tarafından düzinelerce masum protestocu öldürüldü. 11 Nisan 2019’da, devam eden protestolar sonucunda Sudan ordusu, eski Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’i görevden aldı, ülkenin anayasasını askıya aldı ve üç aylık bir olağanüstü hal ilan etti.

3 Haziran 2019’da, Sudan’ın askeri yönetimi sırasında, güvenlik güçleri Hartum’daki (Sudanlıların oturma eylemi düzenlediği) askeri karargahın dışındaki bir protestoya saldırdı ve en az 127 kişiyi öldürdü. Hızlı Destek Güçleri (RSF) milislerinin de dahil olduğu güvenlik güçleri, tuğlalara bağlanan cesetleri Nil Nehri’ne atarak saldırılarını gizlemeye çalıştı; Sudanlı Doktorlar Komitesi’ne göre bu cesetlerin yaklaşık 40’ı yüzeye çıktı; ayrıca yüzlerce kişi gözaltına alındı ve tutuklandı.

Bu, oturma eylemi alanında ve çevresinde yüzlerce Sudanlı erkek ve kadına yönelik tecavüz ve işkence suçlarına ek olarak yaşananlar.

4 Ağustos 2019’da, Afrika Birliği’nin müdahalesinden sonra, Sudanlı sivil ve askeri gruplar, 2023’te yapılması planlanan seçimlere kadarki üç yıllık geçiş döneminde iktidarı paylaşma konusunda anlaştılar.

3 Ekim 2020’de hükümet, Darfur bölgesindeki dört ana silahlı hareketin koalisyonuyla Juba Barış Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşma siyasi ivme kazandı ve anlaşmayı Darfur, Mavi Nil ve Doğu Sudan’daki savaş sorunlarına nihai bir çözüm olarak pazarlama kampanyası izledi. Müzakere sürecinin şeffaflık eksikliği ve kusurlarla gölgelendiği ve bunlardan en önemlisinin, Egemenlik Konseyi’ndeki barış görüşmelerine öncülük eden askeri bileşenin anayasal tüzükte belirtildiği gibi Başbakan Abdalla Hamdok’un yetkilerine el koyması olduğu hiç kimse için bir sır değil.

Pek çok ses anlaşmayı nihai haliyle eleştirdi, çünkü anlaşma Darfur’da ve Mavi Nil’de savaşın başlamasına ve Doğu’daki gerilime yol açan sorunların temel nedenlerini ele almıyordu. Aksine, anlaşma daha sonra Sudan sorununu bölgesel ve coğrafi bir perspektiften ele alan sözde yöntemlerin bir sonucu olarak Doğu Sudan’daki durumu alevlendirdi ve dengesiz kalkınma gerçeğini yaratan devletin doğasını gözardı etti.

Bu anlaşma, daha önceki Sudan barış anlaşmalarının alışılagelmiş formülüne indirgenmiş olmasına ek olarak, ellerinden toprakları çalınan, yerinden edilen mültecilerin acil sorunlarını ele alınması gerekirken daha ziyade silahlı hareketlerin liderleri arasında iktidar konumlarının paylaşımını aşmamaktadır.

Kuşkusuz, silahlı hareketlerin koalisyonu ve Özgürlük ve Değişim Güçleri (ÖDG) koalisyonu temsilcilerinin ikinci geçiş hükümetine girmesinden sonra oluşan otoritenin doğası, Aralık devriminin başlattığı demokratik geçiş süreci pahasına siyasi rekabet tarafından körüklendi. Bu senaryonun, iktidarı ele geçirmek için gerekli koşulları yaratmak için sivil hükümetin cephesi aracılığıyla ülkenin fiili hükümdarı olan El Beşir’in güvenlik komitesi tarafından üretildiği ve tasarlandığı açıktı.

25 Ekim 2021’de General Abdel Fattah al-Burhan liderliğindeki Sudan ordusu bir darbeyle hükümetin kontrolünü ele geçirdi; ve sivil Başbakan Abdalla Hamdok da dahil olmak üzere birçok üst düzey hükümet yetkilisi, darbeye destek beyan etmeyi reddettiği için gözaltına alındı. Darbeden sonra Sudanlı siviller, askeri rejime karşı bir sivil direniş kampanyası başlattı ve feshedilen hükümetin eski haline getirilmesi çağrısında bulundu.

Kasım 2021’de askeri liderler ve Abdalla Hamdok, Başbakan olarak görevine iade edilmesini içeren bir anlaşmayı ilan ettiler. Ocak 2022’de, Başbakan Hamdok, ülkede bugün de devam eden askeri darbe karşıtı protestolar sürerken bir hükümet kuramayarak istifasını açıkladı.

Şu anda, Sudan ordusu, RSF ve (İslamcılar/Ulusal Kongre Partisi (Beşir’in partisi) ile birlikte) Juba Barış Anlaşması’nı imzalayan silahlı hareketlerden oluşan askeri darbe cephesi, Sudan’ın tam kontrolünü elinde tutuyor ve Sudan’ın öngörülen demokratik yönetime geçişine ciddi bir darbe indiriyor.

Bu noktada Sudan Devleti, faaliyetlerini meşrulaştırmak için devletin kurumlarını bir cephe olarak kullanan paramiliter kuruluşlar tarafından tamamen gasp edilmiş ve rehin alınmış durumda. Her ikisi de askeri seçkinlerin yakın çevreleri ve onların sivil müttefikleri tarafından yönetilen Savunma Sanayi Sistemleri ve diğer güvenliğe ait işletmeler, devletin kontrolünün ötesinde faaliyetlerde bulunarak hayati önemdeki ekonomik sektörlere hakim olan sivil ekonomiye doğrudan askeri müdahalelerden birini temsil ediyor.

RSF’nin yasadışı altın madenciliği, ticaret ve çeşitli ticari anlaşmalara derin katılımı, sivil ekonomik işletmelere yönelik başka bir tecavüzdür. Muhafazakar tahminler, askeri ve RSF yatırımları arasında, herhangi bir devlet kurumuna karşı sorumlu olmayan küçük bir grup insan tarafından kontrol edilen 10 milyar doların üzerinde ekonomik faaliyet olduğunu gösteriyor.

On yıllar boyunca, güvenlik güçlerinin sahip olduğu ekonomik işletmeler, siyasi etkilerinden ve kamusal alandaki hakimiyetlerinden yararlanarak para ve mal varlıkları üzerindeki sivil denetimden kaçtı. Bu işletmeler Maliye Bakanlığına veya devletin genel hesaplarına ve denetim organlarına karşı sorumlu değildir. Bu çeşitli askeri ve paramiliter ekonomik holdingler, devleti sosyal ve siyasi meşruiyet kazanmak için kullanırken, devlete paralel olarak işlev görmektedirler.

Açıkça belirtilmelidir: Böyle bir yapısal açmazla başa çıkmak, ülkeyi toplumsal düzenin erozyonu ve yasal ya da siyasi olarak olarak devletten geriye kalanların da ortadan kalkması sonucu tam bir kaosa sürüklenmekten kurtarmak için çok düzeyli bir strateji gerekir.

Bu arka plana karşı, Sudan’da gelişen olaylar, yumuşak bir demokratik geçiş için zorlu bir yol yarattı. Çok yakın zamana kadar, bazı aktörler çeşitli arabuluculuk çabalarının sonucunun Sudan’ın 25 Ekim öncesi anayasal düzenlemelere dönmesine izin verebileceğini umuyordu. Bu yaklaşımı destekleyen birçok kişi, Sudanlıların önce başlangıç noktasına dönmesi ve ardından ülkeyi nasıl ileriye taşıyacakları konusunda gerçek ve inandırıcı bir diyalog başlatması gerektiğini iddia ediyor. Ancak bu değerlendirme, sahadaki bazı gerçeklerden kaçtığı için mantıksal olarak kusurlu görünüyor.

Mevcut durum

Birincisi, General Al Burhan’ın varsayılan lider olarak görünmesine rağmen bu darbenin birleşik bir liderlik merkezi yok. Gerçekte bu darbe, Sudan Silahlı Kuvvetleri, RSF, İslamcılar/Ulusal Kongre Partisi (Beşir’in partisi) ve Juba Barış Anlaşması’nı imzalayan dört gruptan (SPLM, JEM ve SLM’nin iki fraksiyonu) oluşan darbenin kırılgan koalisyonu içindeki zayıflık dengesinin bir yansımasıdır. Uluslararası toplumun çoğunluğu, darbenin nasıl tersine çevrileceği ve 25 Ekim’den önceki duruma nasıl dönüleceği konusunda hala belirsiz olsa da, darbe içindeki en organize siyasi grup olan İslamcılar, yalnızca getirilen tüm reformları geri almak için değil, son iki yılda devletin bürokratik mekanizmasının tam kontrolünü yeniden kazanmak, aynı zamanda şiddet olmadan gidişatı tersine çevirmeyi imkansız kılacak koşulları dayatmak için sürekli olarak çalışıyorlar.

İslamcıların, statükoyu (yani darbe sonrası yeni düzeni) sürdürmek için bir pazarlık olarak şiddete başvurma tehdidini kullanmaları muhtemeldir.

İkincisi, yaşananlar askeri bir devralma ya da 2019 Anayasa Belgesinin geçici olarak askıya alınması değildi. Gerçekte olan bir askeri darbeydi ve hala da öyle. Farklı oyuncular, diplomatik çabalarını tehlikeye atmak veya kilit oyuncu olma yeteneklerini kaybetmek istemedikleri için, belki de askeri liderler üzerinde baskı oluşturmak için diplomatik olmayan diğer araçları kullanırken, başka türlü adlandırılmayı seçebilirler. Ancak durumu bir darbe olarak görmemek, diğer ülkelerin kilit oyuncular olma yeteneklerini baltalamaktadır.

Üçüncüsü, Sudanlıların ezici bir çoğunluğu, gerçekte en güçlü askeri adamlar olan FFC ile Beşir rejiminden kalma Geçiş Askeri Konseyi (TMC) arasında 17 Temmuz 2019’da yapılan yetki paylaşımı anlaşmasının bir sonucu olarak yürürlüğe konan anayasal düzenlemelere şüpheyle bakıyorlardı.

Halk, kısmen askeri kurumun Sudan’daki yönetişim sorunuyla başa çıkmadaki başarısızlığının uzun geçmişi, yasallaştırılmış yolsuzluklar, tekrarlayan iç savaşlar, ekonomi ve hizmetlerin temelden çöküşü ve Sudan’ın İslamcı örgütlerle işbirliği içinde onlarca yıllık askeri yönetim sırasında maruz kaldığı izolasyon nedeniyle onları desteklemeye isteksizdi. TMC’nin anlamlı bir sivil demokratik geçişin gerekliliklerine karşı çalışmaya yönelik net yaklaşımının yanı sıra TMC ile güç paylaşımı anlaşmasına varmak için müzakerelerin nasıl yürütüldüğü, bu askeri-sivil ortaklığın geleceğine dair bir şüphe gölgesi oluşturmuştu.

 

Sudanlılar tam teşekküllü bir Demokratik Sivil Yönetim istiyor

Sudan halkı, gerçek adaleti sağlayacak, zor kazanılmış özgürlüklerini koruyacak ve sürdürecek, kalıcı barış ve istikrarı inşa edecek, tam teşekküllü demokratik yönetimin ve sivil yönetimin önünü açacak anayasal düzenlemelere sahip bir siyasi sistem talep ediyor. Darbeden bu yana bu sistemi getirmek için ödenen fedakarlıkların çok büyük olduğuna şüphe yok.

Protestolarda 100’den fazla kişi öldü, binlerce kişi yaralandı, vücutlarının bir kısmını kaybedenler ve sakat kalanlar oldu, kötü niyetli raporlar sonucunda yüzlerce kişi tutuklandı ve bazıları zorla kaybetme mağduru oldu. Yetkililer öldürmenin yanı sıra sistematik olarak işkence ve tecavüzü (her iki cinsiyet için de) direnişi kırmak için bir silah olarak kullanıyorlar, ki bunlar insan hakları grupları tarafından belgeleniyor.

Buna ek olarak, Sudan’ın çeşitli bölgelerinde, özellikle Batı Darfur’un günün her saati ihlal ve şiddet örneklerine tanık olmaya devam ettiği Darfur’da, organize şiddet tırmanmakta ve siviller öldürülmeye devam etmektedir. Batı Darfur’daki son süreçte Kreinik bölgesinde altyapının sistematik olarak tahrip edilmesine ek olarak yaşanan olaylarda sivillere yönelik suikastların sayısı, üç günden kısa bir sürede çocuklar, kadınlar ve çok sayıda yaşlı ve okul öğretmeni de dahil olmak üzere 201 kişiye ulaştı.

 * Bu yazı, Sudan Demokratik Dönüşüm Çalışma Grubu tarafından hazırlanmış ve sudantribune.com sitesinde yayınlanmıştır. Yazının sadece Sudan’daki süreci aktaran bölümü çevrilmiştir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu