Güncel

GÜNCEL | Kapitalizm en büyük doğa felaketidir

Yarın yanan bölgelere maden sahaları, oteller yapılırken direnişe geçecek köylülerin karşında tüm gücü ile devleti göreceğimiz kesindir.

Emperyalist-kapitalist sistem neo-liberal politikalar ile birlikte doğayla arasında şiddetlenen çelişki bir ekolojik krize dönüşmüş durumda. Kapitalizmin doğayı, doğadaki kaynakları kendi sermaye birikiminin devamı için acımasızca kullanması sonucunda geri döndürülemez bir noktaya getirmektedir. Artan yangınlar, seller, fırtınalar vb. ve bunların yarattığı yıkım Kapitalizmin müdahalelerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

AKP iktidara geldiği günden bu yana emperyalizmin bu politikalarına adapte olup uygulamaya koyulması dizginsiz bir talanı beraberinde getirmektedir. İnşaata dayalı ekonomik büyüme bu talanın temelini oluşturmaktadır.

Manavgat’ta başlayıp neredeyse tüm Ege ve Akdeniz’i saran orman yangınlarında milyonlarca canlı yok oldu. Binlerce hektar orman alanı, onlarca ev yangında kül oldu. Yangınlar; tüm doğal yaşam yok olurken yangına bir kova su dökecek mecali olmayan değil, doğru bir ifadeyle bu konuda bir ihtiyaç hissetmeyen bir devlet ve iktidarın varlığını gözler önüne sermesi bakımından bir turnusol kâğıdı oldu. Yangınlar, yedi düvelle karşı savaş verdiğini belirten ‘güçlü devletin’ acizliğini gözler önüne sermekten öte, artık, “devlet budur”u ortaya çıkarttı. Yarın yanan bölgelere maden sahaları, oteller yapılırken direnişe geçecek köylülerin karşında tüm gücü ile devleti göreceğimiz kesindir.

Direnişlerinin karşısına bütün bir zorba gücünü sefer edebilen devlet, yangın söndürmek için bir uçak dahi kaldırmaktan imtina etmiştir. Elbette bu durumun iktidarın politikaları ile ilgili olduğu ortadadır.

İktidar ve temsilcisi olduğu sermaye yanan ormanlara bir köylünün bakış açısı ile bakmamaktadır. Onun doğası budur. Yanan ormanların yerine ilk elden beton binaları görenlerin yangına müdahale etmemeleri şaşırtıcı değildir. Öyle ki kendileri müdahale etmemesi bir yana yangını söndürmek için yardıma koşanların önünü kesmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bir gece de çıkan yasa ile yangın alanlarında görevli hariç girişleri engellemek istemişlerdir.

Orman yangınları sermaye ve onun temsilcisi iktidarın bu kadar da olmaz dedirten, insani hiçbir yön taşımayan yüzünü ortaya çıkarmıştır. Yangınların ortasında bir belediye başkanı ‘her yanan evi yeniden yapacağız, evi yanmayanlar keşke bizim evimizde yansaydı diyecek’ sözleriyle ya da yangınların söndürülmesi için var olan kurumun başındaki kayyum “düğündeydim” deyip daha sonra “ama eğlenmedik” derken olaya nasıl baktıklarını açıkça dile getirmişlerdir.

Erdoğan ise, doğada yaşayan yaşayan binlerce canlı yaşamını yitirirken, insanlar hayatlarını kaybederken, binlerce araçlık konvoyla şehre girip dalga geçer gibi insanların kafasına çay torbalarını atabilmektedir.

Erdoğan’ın bir TV yayınında sarf ettiği “Yangın olur da ormanda canlılar yanmaz mı? Hemen tedbirlerimizi aldık. Bütün bu canlıların defnini yapın dedik. Canlıların sahiplerine bu canlılar kadar ödeme yapacağız. Büyükbaşsa büyükbaş, koyun, beyaz et hepsinin ödemelerini yapacağız.” Sözleri ile evi yanan bir köylü kadının; “10 tane villa da verecek, havuzu da yapacak, tiftik de verecek istemiyorum ben istemiyorum. Çocukluğumun anısının gitmesini ben istemiyorum ki. İstemiyorum villasını da evini de.

Yıkılacak deniliyor, yıktırmam. Dursun burada, dursun. İzleyip ağladım sabaha kadar. Yılandan korkuyorum, ona bile hasret kaldım. Yok, kuş uçmuyor. Üstümde yattı kurbağa, alıp fırlatamadım” sözleri bizlere iki bakış açısını özetlemektedir. Bir tarafta yanan canlılara ekonomik bir değer biçip neyse parası veririz diyenler diğer tarafta tüm yaşamın yok olmasına ağlayıp yangından kaçan kurbağa ile uyuyanlar. Sermaye ve halk arasındaki farklılığı en güzel anlatan iki konuşma. Yan yana konulduğunda iki farklı sınıfın karşıtlığını durduğu yeri açıkça gözlerimizin önüne sermekten daha da ileride iki sınıfın uzlaşmazlığını da açıkça ortaya koyan bu bakış açıları bugün yaşadığımız çatışmanın bir iz düşümü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Erdoğan temsilcisi olduğu sınıfın tek kaygısının ekonomik kaygıdan ibaret olduğunu tekrar net bir biçimde hatırlatmıştır. Bütün doğayı yaşamı iktisadi bir mal olarak gören bu anlayış neo-liberal politikaların temelini oluşturmaktadır. Hemen akabinde yangınların kontrol altına alınması ile birlikte Turizm bakanının çıkıp rezervasyonlarda artış var demesinin nedeni bu kaygının gizlenmeye ihtiyaç duyulmadığının örneğidir. İktidar yangınlar boyunca yangını söndürmek dışında tüm gücünü, yangını duyurmaya, yangını engellemeye çalışanlara karşı kullanmıştır. Sosyal medya paylaşımlarına soruşturmalar açılmış, yangını haber yapan TV’lere RTÜK eli ile cezalar kesmekten geri durmamıştır. RTÜK FOX TV muhabirinin orman yangınlarıyla ilgili bir yayında kullandığı “O kadar hızlı geliyor ki alevler, kâbus gibi…” sözleri nedeni ile TV’ye ceza kesmiş diğer kanallarda benzer nedenlerle ceza vermiştir.

Aynı anlayış bugün onlarca kişinin öldüğü yüzlerce kişinin kayıp olduğu Karadeniz bölgesinin illerinde yaşanan sellerde kendini göstermektedir. Yıkılan evler için TOKİ adres gösterilmiş selin nedeni olan HES’ler için Orman Bakanı ‘Genelde HES’ler selin sebebi yerine bana göre mağduru oluyor. HES’ler negatif olarak etkileniyor.’ diyebilmiştir. Yangınlarda insanlara çay torbası fırlatanlar selde IBAN vermişlerdir.

Tüm bunlar ile birlikte iktidar ciddi bir yönetme krizi ile karşı karşıyadır. Bu yönetme krizi ve devletin tüm güçlerinin Kürt düşmanlığında ortaklaşması, milliyetçiliğin ve onunla birlikte ırkçılığın desteklenmesi, yangınlarda oluşan halk tepkisinin şovenizme kaydırılıp adeta yol keserek Kürt avına dönüştürülmesine neden olmaktadır. Ege ve Akdeniz’de oluşan yangınlar ile Karadeniz’de ve Kürdistan’da oluşan sel ve yangınların nedeni aynı noktada birleşmektedir.

Bu sonuçların aynı yerden geldiğini saklamak isteyenler bu bölgelerde ırkçılığı körüklemekten geri durmamaktadır. Milli birlik beraberlik adı altında her yerde ortaya çıkardığı ırkçı saldırıları kendine göre daha uygun koşullarda daha fazla desteklemektedir. İktidar milliyetçiliği rutin hale getirip toplumun tamamına empoze etmek istemektedir. Ankara Altındağ’da yaşanan mültecilere ve göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar bu uygulamanın parçasıdır.

Doğayı, yaşamı sadece rant sahası olarak gören, bu konuda motivasyonunu hiç kaybetmeyen bir iktidar karşımızda durmaktadır. Yarattığı yıkım geri döndürülemez bir şekilde geleceğimizden çalmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu