Güncel

GÜNCEL – SÖYLEŞİ | “Faşist Dalganın Büyüme Zemini Var!”

"Bu kaos içinde eğer göçmenleri düşman gösterirseniz sorunu bir süreliğine sizden uzaklaştırmış olursunuz. Düşünün ki, bütün göçmenleri deport ettiniz ve bir kimse kalmadı. Ama kriz devam ediyor. Öfke kime yönelecek?"

10 Haziran gecesi Yenisahra’da gerçekleşen bir olay üzerine 15 yaşındaki Selahattin Çelik isimli çocuk hayatını kaybetti. Olayın ardından sosyal medyada gerçeklikten uzak bir şekilde göçmenlerin hedef gösterilmesi üzerine bölgedeki kâğıt atık depolarına saldırılar oldu.

Bu olay ırkçı saldırıların boyutlarını tekrar gözler önüne serdi.

Özgür Gelecek gazetesi olarak Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu ile saldırıları ve yükselen ırkçı dalganın nedenlerini konuştuk.

İlk olarak Yenisahra’ki olayı anlatabilir misiniz? Orada bir genç öldü ve ardından mültecilere yönelik yeni bir saldırı girişimim başladı. Olaylar nasıl bu noktaya geldi?

– Yenisahra’da başlayan olaylarla ilgili şunu söyleyebilirim; Selahattin isimli gencin hayatını kaybetmesi geri plandaki meseleleri tetikleyen bir faktör oldu. Aslında o geri plandaki faktörlere bakmak gerekiyor. Biz Yenisahra’da farkına vardık ama muhtemelen birçok yoksul mahallede oradakine benzer şeyler yaşanıyordur. Orada uzunca bir süredir özellikle Twitter grupları ve sosyal medya üzerinden çok sayıda yalan haber üretiliyordu.

Birkaç örnek verelim; Kara çarşaflı Afgan kadınların çocukları kaçırdığı, motosikletle çocuk kaçırıldığı gibi haberler vardı. Hatta Yenisahra’ya yanlışlıkla yolu düşen bir insanı darp ettiklerine dair haberler bile yapıldı.

Oradaki organize sanayi bölgesinde çalışan bir Afgan hedef gösterilerek “bu kişi çocukları kaçırıyor” denildi ve o kişiye saldırı gerçekleşti. Son olay da bahsettiğimiz bu gerginliğin üstüne yaşandı. Mahalledeki olaylar ilk yaşanmaya başladığında aslında küçük bir gruptu. Bu küçük grup yürümeye başladı mahalle içerisinde ve ilerleyen saatlerde sayıları hayli yükselerek bine yaklaştı.

Şunu da söylemek gerekiyor; yaşamını yitiren çocuğun cenazesi oldu ve cenazenin fotoğrafına baktığınızda görürsünüz, neredeyse kimsesizler mezarlığına kaldırılmış gibi kimsenin olmadığı bir cenaze töreniydi. Üzerinden 24 saat geçtikten sonra ise bu saldırılar başladı. Mantık yürütürsek böyle bir olay olduğunda sıcağı sıcağına sokağa dökülmesi gerekirdi insanların ama 24 saatlik bir sessizlik sonrası bu hareketlilik ve 20-30 kişi yürüdükten sonra sayının gittikçe artması o 24 saat içerisinde neler yaşandığını sordurtuyor bize.

Saldırılara katılanların büyük bir kısmı mahalledendi yani dışarıdan büyük bir provokasyon olmuş gibi de algılanmasın. Mahalleden olmalarının da anlaşılır nedenleri var. Bu eylemlere katılanların çok büyük bir kısmı gençler, bunlar 18 yaşı civarında veya liseliler. Bu insanların da o mahalle özgülünde birbirleriyle organik ilişkileri var. Mesele katılanlar arasında Romanlar da var, bu insanlar mahallede sürekli birlikte yaşıyorlar, dolayısıyla hepsinin birbiriyle iletişimi var. Burada da temel motivasyon “Vatan elden gidiyor” oldu, daha sonra başka bir yere evrildi. Bu eylemlere katılan hatta darp olaylarına katılan gençlerle de konuştuk biz ve “neden yaptınız böyle bir şeyi?” diye sorduğumuzda bize şunu söylediler; “Biz olayın basını aksettirildiği gibi olduğunu düşünüyorduk.” Yani ölen çocuğun mahalledeki Afganlar tarafından gasp edilirken öldürüldüğünü düşünüyorduk ve buna tepki göstermek istedik vb. dediler.

İkincisi; burada ailelerle de konuştuk ve bazı aileler gençlerin eylemlere katılmaması için ellerinden geleni yaptılar ama engelleyemediler. Çünkü gençler (adına motivasyon mu dersiniz psikolojik baskılanma mı dersiniz) “siz ne biçim erkeksiniz, vatan elden gidiyor siz burada duruyorsunuz” gibi hissettirilerek sokağa çıkarılmışlar.

 

“Gençleri çetelere bırakmamalıyız!”

– Depolara yönelik saldırılar nasıl başladı?

– İlk gün az bir sayıda başlayıp binleri bulan bu eylemde önce bir depo hedef gösterildi ve oraya saldırı oldu. “Bu depoda Afganlar var” denildi. Biz o saldırı sırasında hazırlıksızdık çünkü yanan başka bir depo vardı ve oraya gitmiştik. Oradayken de bu depoya saldırı olacağını hiç düşünmemiştik, o depoda 3-4 kişi kalmıştı sadece. Normalde kalabalık olarak durduğumuz depoda, depoyu boşaltmak gibi bir hata yaptık ve depoyu bastılar. Depoyu bastıklarında 3 tane çok genç çocuk vardı orada ve çok kalabalık bir güruh saldırıyı gerçekleştirdi. Depoyu basanlar bu gençlere kimlik kontrolü yapmaya çalışıyorlar aralarında Afgan var mı bulmak için. Afgan bulamayınca oradaki çocukları darp ediyorlar. O sırada bir kişi yaralanmış.

Depolara girerken “Şehitler ölmez vatan bölünmez” deyip tekbir getiriyorlar. Daha sonra mahalledeki gençlerle “kanaat önderleri” diyebileceğimiz spor kulübü başkanı, muhtarı, imamı gibi insanlarla görüştük, gençlerle toplantılar yaptık. Onlar bize şunu söylediler; “Eğer siz bizden şikayetçi olmayacaksınız biz zaten olayı yanlış anladık ve provokasyona geldik.” Biz de dedik ki; “Eğer siz olayın gerçek yüzünü bir basın toplantısı ile anlatırsanız şikayetçi olmayacağız.”

Şikayetçi olmamamız korkmak ya da başka bir nedenden dolayı değil. Biz ne korkuyoruz ne de hayatın normale dönmesi için bir sükut olarak düşünüyoruz. Onlara da söyledik. Oradaki aileler bize “Bu provokatör gençleri dışlayalım” önerisinde bulundular mesela ama biz tam tersine “dışlamayın sahiplenin” dedik. Bu gençleri çetelere bırakmamalıyız.

Biz bunu düşünerek barışı tesis etmeye çalıştık. Orada daha örgütlü olabilmemiz, yanyana durabilmemiz için ilk adım olsun diye düşündük ve bunun çabasını göstereceğiz.

 

“Faşist dalganın üstünde sörf yapanlar var!”

– Olayın bir anda bu kadar boyutlanması ve ırkçı bir lince dönüşmesini nasıl yorumluyorsunuz?

– Şunu söyleyebilirim; insanların olduğu gibi toplumların da kan şekeri var ve açlık yükseldiği zaman toplum da irrasyonel bir alana doğru kayar, düşünce de irrasyonel alana doğru kayar. Irkçılık bir hastalık, bir virüs gibi açlığın ve çıkışsızlığın arttığı, insanların geleceği ön göremediği zamanlarda, “bugün karnımı nasıl doyuracağım”, “kirayı nasıl ödeyeceğim” gibi sorgulamaların arttığı durumlarda irrasyonel bir düşünme alanına doğru kayar, düşünce ve öfke orada birikir. Goebbels bunu çok önceden çözmüş öyle demiştir ki; “Kitlelerin bir tanrıya ve bir düşmana ihtiyacı vardır.” İşte bir düşman ve bir tanrı bu toplum işini çözer ama tehlike tam da bu noktada başlar. Bir kere bir grubu düşman olarak hedef gösterdiğinizde sonuçları da bu olaydaki gibi ağır oluyor. Görmek gerekir ki; bir kere ağır bir yapısal kriz var ülkede ve bu kriz, çok şiddetli yaşanıyor. Evet dünyada da yaşanıyor ama Türkiye’de çok daha şiddetli yaşanıyor. Bu krizi aşmanın da, restore etmenin de mümkünü yok. Türkiye bu saatten sonra ne siyaseten ne de iktisadi olarak geleneksel kodlarına dönemez.

Bu kaos içinde eğer göçmenleri düşman gösterirseniz sorunu bir süreliğine sizden uzaklaştırmış olursunuz. Düşünün ki, bütün göçmenleri deport ettiniz ve bir kimse kalmadı. Ama kriz devam ediyor. Öfke kime yönelecek?

Bu düşman da aşama aşama konjonktürel olarak hedefte kim olursa o oluyor. Dolayısıyla bunu bırakmak gerekiyor.

Bu faşist dalganın büyüyeceği nesnel koşullar var, bu yolun üstünde sörf yapanlar da var, Ümit Özdağ gibi. Ben asıl sorunu bu adamın sonrasında görüyorum. Bu Özdağ denilen kişide bunu yönlendirecek ve faşist şef olacak bir vasıf yok sadece mevcut durumda dediğim gibi bu dalganın üstünde sörf yapan bir adam bu. Ama gerçekten bu öfkeyi, irrasyonel olanı örgütleyebilecek, bu alanı kullanabilecek Zafer Partisi dışında bir grup çıkarsa sonuçları daha kötü olur. Zafer Partisi’nin yarattığı bu iklim gerçekten aklı başında organizatör güçlerin eline geçerse o zaman çok daha tehlikeli bir sürece sokabilir bizi.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu