GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Helalleşmeyeceğiz, Hesaplaşacağız!

"Helalleşme, yüzleşme tartışmaları içerisinde TC faşizmiyle gerçek anlamda hesaplaşmanın yolu birleşik devrimci mücadeleden geçmektedir."

Geride bıraktığımız hafta AKP-MHP iktidarının yaşamış olduğu sıkışma haline dair önemli işaretler açığa çıktı. Özellikle AKP Genel Başkanı’nın “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” teorisi doğrultusunda Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesi başta dolar olmak üzere döviz kurunun Türk Lirası karşısında rekor üzerine rekor kırmasına neden oldu. Türk Lirası tarihin en değersiz dönemini yaşıyor.

TL’nin değerinin düşmesi beraberinde en temel ihtiyaç maddelerinin giderek pahalılaşmasının yanında, bu temel ihtiyaç maddelerinin satışlarına da belli bir sınırlama getirilmesine neden oldu. Nitekim geçtiğimiz hafta yaşanan şeker krizi, büyüyerek ayçiçek yağına da sıçradı. Geçen haftalarda market raflarında geçici süre şeker bulunamamasının ardından şimdi de şeker ve yağ satışlarında sınırlamaya gidildi.

Ülke, ekonomiye dair verilen politik kararlarla giderek daha da yoksullaşırken, enflasyon bırakalım düşmeyi daha da yükseliyor. Kimi bağımsız araştırmacıların ifadelerine göre enflasyon yüzde 50’lerde bir seyir izliyor. Bunun anlamı halkın giderek daha fazla yoksullaşması, alım gücünün düşmesi, iğneden ipliğe her şeye zam gelmesidir.

Ücretli çalışanların neredeyse yarısının asgari ücretle yaşadığı düşünülürse asgari ücretin erimesi giderek daha fazla ücretli çalışanın ve ailelerinin açlık sınırında, yoksulluk içinde yaşamalarına neden oluyor.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM), 2021 Ekim’e ilişkin açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı verileri, işçi sınıfının ve çalışan emekçi halkın kısaca halkımızın yaşamak zorunda bırakıldığı koşullara dair net rakamlar vermektedir. BİSAM verilerine göre, 4 kişilik çekirdek bir alenin Ekim ayında açlık sınırı, ülke genelinde 2 bin 988 liraya yükselmiş durumdadır. Bu tutar İstanbul’da 3 bin 150 lira, İzmir’de ise 3 bin 249 liraya ulaşmıştır. Yine aynı raporda Ekim ayında yoksulluk sınırının 10 bin 335 TL olduğu ifade edilmektedir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, rapora göre 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarının 2 bin 988 TL olmasıdır. Bu tutar sadece gıda için yapılması gereken minimum rakamdır. Bunun anlamı 4 kişilik bir ailenin diğer harcamalarının (kira, fatura, ulaşım, giyecek vb.) rakama dahil edilmemiş olmasıdır.

Kısacası Türk hakim sınıfları, izlemiş oldukları politikalarla Türkiye halkının büyük çoğunluğunun yoksulluk koşullarında yaşamasına neden olurken emeğiyle geçinen asgari ücretlileri açlık sınırının altında bir rakama mahkum etmiş durumdadır. Derin Yoksulluk Ağı’nın verileri bile bu çarpıcı gerçeği ortaya koymaktadır. Derin Yoksulluk Ağı’nın son açıklanan verilerine göre 1.018 haneden 960’ının temel gıda ihtiyacı bulunmaktadır. 740 aileden 270’nin bebek bezi ve mamaya ihtiyacı vardır. 1.018 haneden 179’unun fatura ödeme desteğine ihtiyacı bulunmaktadır. (13 Kasım. 2021)

TL’nin değer kaybetmesi halkın giderek yoksullaşması ve açlıkla başbaşa bırakmasının yanında, ülkenin tüm varlıklarının ucuzlamasını da getirmektedir. Nitekim Türkiye ekonomisi, uluslararası alanda bir basamak gerilemiş durumdadır. Ülke, AKP-MHP politikalarıyla emperyalist mali sermaye açısından tam anlamıyla kelepir bir duruma düşürülmüştür.

Bütün bunlar yaşanırken AKP Genel Başkanı “ekonominin kitabını yazmakla” övünmektedir. R.T.Erdoğan ve yandaşları gerçekten de yağmanın, talanın, insan kayırmacılığın, yolsuzluğun, usulsüzlüğün, hırsızlığın, haracın, ihale simsarlığının, mafyacılığın kitabını yazmış durumdadırlar. Ve bununla övünmektedirler.

Özellikle muhalif burjuva partilerin ve köşe yazarlarının sıklıkla yenilediği “Erdoğan’ın ekonomi bilmediği” ya da “dini inancı gereği faizle uğraştığı”, “inat ettiği” vb. açıklama ve yorumlar doğru değildir. R.T.Erdoğan ne yaptığını çok iyi bilmektedir. Kesin bir sınıfsal tutum içindedir. Uyguladığı ekonomi politikasıyla yandaşları daha da zenginleşmekte, halk ise giderek yoksullaşmaktadır. Sadece Merkez Bankası’nın faiz açıklaması sırasında yaşananlardan bile milyonlarca dolarlık vurgun söz konusudur.

R.T.Erdoğan’ın temsilcisi olduğu sınıflar lehine ülkeyi bir şirket gibi yönettiği biliniyor. Kendisi de bunu saklamıyor. Örneğin R.T.Erdoğan “Balıkesir Ekonomi Ödülleri 2015 Töreni”nde iş insanlarına şöyle sesleniyordu: “Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye’de öyle yönetilmelidir.” (15 Mart 2015) Ve yine; “Hızla yürümek, süratle karar almak için ülkemi adeta bir şirket yönetimi anlayışıyla yönetmek istiyorum” dediği de biliniyor. (13 Mart 2017)
Gelinen aşamada ülkenin “anonim şirket gibi” yönetilmesiyle R.T.Erdoğan başta kendi ailesi ve yandaşları olmak üzere temsilcisi olduğu sınıfları zenginleştirmiştir. Bu zenginliğin karşılığında ise halk daha da fakirleşmiş durumdadır. R.T.Erdoğan’ın “anonim şirketi” iflas etmiş durumdadır. Bu iflası rakamlarda görmek mümkündür.

R.T.Erdoğan’ın Türkiye’nin “bir anonim şirket” (AŞ) gibi yönetilmesi gerektiğinin söylendiği 2015’te Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) 957.7 milyar ABD doları iken yüzde 17 azalarak 2021’de 796 milyar ABD dolarına geriledi. Merkezi yönetimin bütçe açığının GSMH’ya oranı 2015’te yüzde 1 iken yüzde 3.5’e çıktı. 2015’te 157 milyar TL (GSYH’ya oranı 28.6) olan dış borç stoku 2020’de 1.129 milyar TL’ye (GSYH’ya oranı yüzde 34.1) yükseldi. Aynı dönemde merkezi yönetim faiz harcamaları ise vergi gelirlerinin yüzde 13’ünden yüzde 17.6’sına çıktı.

2015 yılının ilk günlerinde 2.34 TL olan ABD doları karşısında dört kattan fazla değer kaybetti ve dolar 11 TL’yi aştı. Çarşıda pazarla enflasyon yüzde 50’yi bulurken, işsizlik (geniş tanımlı) yüzde 22 düzeyine ulaşmış durumdadır. Türkiye’de sosyal yardım alan hane sayısı son 1 yılda ikiye katlanmıştır. Halkın 3’te 1’i yoksulluk riski altında yaşamaktadır.

 

İflas halindeki iktidar ve helalleşme çağrısı

Bu tablo beraberinde Türk hakim sınıfları arasında seçim tartışmasını da beraberinde getirdi. AKP-MHP iktidarı, her ne kadar “işlerin iyi gittiğini” propaganda etse de, uzun yıllar sonra ilk kez muhalefetteki burjuva faşist partilerin gündemi belirlediğine tanık oluyoruz.

Anket şirketlerinin kamuoyu yoklamaları CHP’nin AKP’yi geride bıraktığını açıklarken, K. Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” açıklamaları uzun bir süre gündemi meşgul etmiş durumdadır. Elbette ki CHP lideri tarafından yapılan açıklama gerçeği yansıtmamaktadır. Seçim için yapılan bir pragmatik açıklama olarak kayda geçmiştir. Ancak bu açıklama bize Türk hakim sınıflarının AKP-MHP sonrası nasıl bir restorasyon hedeflediklerinin ipuçlarını vermektedir.

Türk burjuva-feodal devleti, “Millet İttifakı”yla Başkanlık Rejimi yerine yumuşak bir geçişle parlamenter sisteme yeniden dönmeyi hedeflemektedir. İflas eden sistemin başka yollara sapmaması için, (daha açık bir ifadeyle halkın öfke ve tepkisinin devrimci bir isyana dönüşmemesi için) yüzyıllık burjuva faşist cumhuriyet rejiminin halka karşı işlemiş olduğu suçlara dair “helalleşme” çağrısı devreye sokulmuş durumdadır. Böylelikle faşizm için yaşanan ve giderek keskinleşen çelişkilerin yumuşatılması ve olası “yol kazaları” engellenmek istenmektedir.

TC faşizminin işlediği suçlar ortadadır. Mesele sadece AKP değildir. TC faşizmi bir bütün olarak halka karşı örgütlenmiş bir suç örgütüdür. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir ve gelecekte olası bir Millet İttifakı iktidarında da böyle olacaktır. Ermeni-Rum-Süryani soykırımları üzerine kurulu bir devlet gerçekliğinden, tarihi boyunca Kürt ulusuna, Alevi inancına yönelik topu katliamlar gerçekleştiren bir sistemden bahsettiğimiz bilinmelidir. Bu devlet gerçekliği ortadayken “helalleşme” çağrısının içi boş bir burjuva propaganda olduğu açıktır.

Yine “helalleşme” kavramıyla birlikte tartışılan “yüzleşme” kavramının da, sistemin üzerinde yükseldiği zemin dikkate alındığında içi boş, burjuva bir söylemden öteye gidemeyeceği açıktır. Faşizm demokratik bir devrimle temellerinden paramparça edilmedikçe “yüzleşme” söz konusu olamaz!

Ancak bu tartışmaların açığa çıkardığı bir gerçeklik vardır. Bu gerçeğin üzerinden atlanmamalıdır.

TC’nin tarihi boyunca halka karşı işlediği suçlar, halkın bilincinde şu veya bu şekilde yer etmiştir. Helalleşme çağrısıyla bu kendiliğinden bilincin Türk hakim sınıflarının muhalefetteki kliğinin arkasında yedeklenmesi hedeflenmektedir. K. Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısı diğer açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde daha bir anlam kazanmaktadır. Örneğin daha düne kadar HDP Eş Başkanlarının AKP-MHP faşizmi tarafından “anayasaya aykırı olduğunu bildikleri” ve bunu ifade ettikleri halde tutuklanmaları için dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” derken, gelinen aşamada “HDP’yi Kürt sorunu için meşru bir aktör” ilan etmektedirler.

CHP’nin bu yönelimi Türk hakim sınıflarının en büyük temsilci örgütü olan TÜSİAD’ın açıklamalarıyla da uyumludur. TÜSİAD’ın açıklamış olduğu “Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa Raporu”ndan sonra TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski şu açıklamaları dikkat çekicidir: “Kürt sorununun tamamen çözüldüğünü henüz söyleyemeyiz. Geleceğimizin inşasında, ülkemizin birikmiş sorunlarını çözme kapasitesini geliştirecek bir zeminin oluşturulmasını çok önemli görüyoruz…. Toplumsal ve siyasal diyalog bu karışıklığı önlemede en önemli aracımızdır. Türkiye her iki amacı aynı anda gerçekleştirebilecek bir olgunlukta ve deneyimde bir ülkedir.” (18 Kasım. 2021) Bu açıklamanın Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Kürdistan diye bir coğrafya yok” (17 Kasım. 2021) açıklamasından hemen sonra yapılması ise anlamlıdır.

Özcesi, AKP-MHP iktidarının kitle desteği erirken, bir diğer burjuva ittifak olan CHP-İYİ Parti ittifakı seçimleri kazanmanın adımı olarak, halk kitlelerinin öfke ve tepkilerini kendi arkalarında yedeklemek istemektedirler. Burjuva muhalefetin temsilcisi olarak ön plana çıkan K. Kılıçdaroğlu’nun “yeniden siyasete atılması”nın anlamı budur!

 

Çöküş koşullarında ikinci yol: Birleşik mücadele!

Şimdiki durumda görünen, uygulanan ekonomik politikalarla bir yandan gittikçe zenginleşen mutlu bir azınlığın karşısında geniş halk kitlelerinin daha da yoksullaşması ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıdır.

Giderek derinleşen bir yoksulluk ve açlık beraberinde geniş halk kitlelerinde AKP-MHP iktidarına karşı öfke ve tepki biriktirmektedir. İktidarın kitle desteği erimektedir. Burjuva muhalefet bunu görmüş ve düzeni yeniden restore etmek için kolları sıvamıştır.

Halk kitlelerinin düzen dışı bir yönelime girmemesi için “şekere bulanmış zehir” politikaları gündeme getirilmektedir. Faşizm, halka karşı bir suç örgütü olarak yeniden örgütlenmek istemektedir. İnsanlar sadece sosyal medya hesaplarından paylaşım yaptıkları için tutuklanırken, bir mafya ele başının konteyner numaralarına kadar ifşa eve itiraf ettiği uyuşturucu ticaretine dair hiçbir işlem yapılmamaktadır. İşlem yapılması bir yana bizzat Emniyet Müdürlüğü yaptığı açıklamayla gerçeği gizlemektedir.

Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Kolombiya’da ele geçirilen ve Türkiye’ye gönderileceği iddia edilen 4 ton 900 kilogram kokaine ilişkin, Kolombiya adli makamlarına iletilen adli yardımlaşma talebinin henüz cevaplanmadığını duyurmuştu. Ancak Kolombiya Başsavcılığı’nın, 4.9 tonluk kokainle ilgili 22 Eylül’de Türkiye’den adli yardımlaşma talep ettiği ama buna cevap verilmediği ortaya çıktı. Kısacası TC faşizmi bir yandan uyuşturucu kaçırmakta, diğer yandan gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemektedir.

Tam bir suç örgütü gibi davranılmaktadır.

Üstelik bu durum AKP-MHP iktidarına özgü değildir. AKP öncesinde de örneğin ’90’lı yıllarda faşizmin halka, devrimcilere ve Kürt ulusuna yönelik yürüttüğü savaşı uyuşturucu ticaretiyle finanse ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu suç örgütüyle cepheden mücadele edilmedikçe, onu temellerinden yıkmadıkça, gerçek bir yüzleşme ve hesaplaşma da söz konusu olamaz.

Hakim sınıflar cephesinde yaşanan gelişmeler, AKP-MHP iktidarının kitle desteğinin azalması beraberinde halk saflarında yer alan kimi güçleri de hareketlendirmiş görünmektedir.

Çeşitli birlikler, “Üçüncü İttifak” ya da “Sol İttifak” gibi kavramlar ortaya atılmakta, tartışmalar sürdürülmektedir. AKP-MHP faşizminin “çöktürme saldırısı”na karşı meydanlarda olmayanlar, bir basın açıklamasından dahi feragat edenler, şimdilerde ardı ardına mitingler yapmakta, deyim yerindeyse “biz de varız” demektedirler.

Ancak unutmamak gerekir ki; bugün AKP-MHP faşist ittifakının kriz içinde olmasının bir nedeni de başta Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi olmak üzere, her türden faşist saldırganlığa karşı direnen devrimcilerin direnişidir.

Türkiye ve T. Kürdistanı’nın şehirlerinde ve kırlarında, Rojava’da, Irak Kürdistanı’nda faşizmin her türlü saldırganlığına karşı devrimci direniş gösterilmemiş olsaydı, AKP-MHP faşist ittifakının ömrü daha uzun olurdu. Dolayısıyla kimi çevreler tarafından son süreçte sıklıkla dillendirilen devrimci hareketin güçsüzlüğüne dair vurgular, objektif olmakla birlikte yeterli değildir. Devrimci-yurtsever güçler, AKP-MHP faşizminin faşist saldırganlığına karşı üzerlerine düşen tarihsel rolü güçleri oranında oynamışlardır. Hiçbir değerlendirme bu tarihsel gerçeğin üzerini örtmemelidir.

Şimdiki koşullarda ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte Türk hakim sınıflarının her iki hakim sınıf kliği arasında yaşanan ve “seçim”e sabitlenen dalaşının dışında, ikinci bir ittifak-yol olarak birleşik devrimci mücadelenin önemi ve gerekliliği daha artmış, birleşik devrimci mücadele, hakim sınıfların kendi iktidar mücadelesinin dışında tek gerçekçi alternatif yol olduğu daha net görülür olmuştur.

Helalleşme, yüzleşme tartışmaları içerisinde TC faşizmiyle gerçek anlamda hesaplaşmanın yolu birleşik devrimci mücadeleden geçmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu